Ölçü biçimi olarak baktığımızda “Ağır olmak”, “Ağırlık” aslında belli bir ölçü miktarını gösterir bizlere. Ama insanın değeri, daima kendi yerinde ve çevresinde bilinir.
Bir devlet memuru ve arkasından bürokrat olarak 21 yılı aşkın süreyle ilk olarak Çanakkale, sonrasında Tekirdağ ve il müdürü olarak Sivas (bağlı il Erzincan) ve tekrar ardından il müdürü olarak Tekirdağ’da (bağlı iller Edirne ve Kırklareli) görev yapmış emekli bir bürokrat, sürekli basın kartı gazeteci olarak “Taş yerine ağırdır” atasözünü de unutmayarak hemen hemen her izinde, her boş anımda, her cemiyette, her etkinlikte memleketime gelmeyi, Menderes Parkı’nda çay içip halkla iç içe sohbet etmeyi, selamlaşmayı hiç ihmal etmedim.
Geçen bu süre sonrasında iyi ki de öyle yapmışım diyorum. İlçe pazarında gezerken vatandaşların “Hoşgeldin” diyerek yaklaşımları, “Gel bir çay, kahve içelim” diye ikramda bulunmaları insanı çok ama çok mutlu ediyor.
Neden ve nasıl geldik bu konuya derseniz? Ben de elime bilgisayarımı alıp yazı yazmaya başladığımda anlam veremedim. Demek ki; yaşadığım bu konu, beni bu konu üzerinde yazı yazmaya sürükledi ve bir anda kafamdan geçen duygular yazıya dönüştü.
Madem bu konuya değinmişken bir anda aklıma Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan bir olay geldi ve sizlerle paylaşmak istedim.
ABD’de bir kemancı New York metrosunda 45 dakika boyunca çalıyor.
Ancak bir avuç insan durup birkaçı alkışlıyor ve kemancı yaklaşık 30 dolar bahşiş topluyor.
Ancak kimse bu kemancının dünyanın en iyi müzisyenlerinden biri olan Joshua Bell olduğunu bilmiyor. Joshua Bell, o metroda, 3,5 milyon dolar değerindeki kemanıyla şimdiye kadar yazılmış en karmaşık parçalardan birini icra ediyor.
Şimdi gelelim asıl önemli olaya. Dünyaca ünlü müzisyen Joshua Bell’in New York’daki bu metroda çalmadan iki gün önce Boston'daki bir tiyatronun biletleri tükenmiş ve koltukların ortalaması 100 dolar civarındaydı.
Evet aslında yapılan bu deney, sıradan bir ortamda olağanüstü olanın parlamadığını ve çoğu zaman gözden kaçtığını ve değerinin bilinmediğini kanıtlıyor.
Demek ki; sadece ülkemizde değil, her yerde hak ettikleri takdiri ve ödülü alamayan ünlü, parlak, yetenekli insanlar var.
Ancak, insanlar kendilerini değer ve güvenle donattıklarında ve kendilerine hizmet etmeyen bir ortamdan uzaklaştıklarında, gelişir ve büyürler.
Sonuç olarak, belki bu yazım dolayısıyla beni eleştiren veya belki de diğer açıdan iyi ki yazdı diyenler olacak. Ama bu yazımın asıl teması şu olmalı diye düşünüyorum: “Takdir edildiğiniz ve değer gördüğünüz yere gidin”.
Bu duygu ve düşüncelerle bir yazımın sona gelirken siz değerli okuyucularımı da değer gören, değer bilen kişilerden olmanızı dilerek Allah’a emanet ediyor; sağlıklı, mutlu ve huzurlu günler diliyorum.
Kalın sağlıcakla…